İspanya; Avrupa topraklarının Müslüman Afrika’ya en yakını, geçmişinde emirler, halifeler, sultanlar tarafından yönetilmiş Endülüs bölgesinin ülkesi… Endülüs ise İspanya’daki 17 özerk bölgeden biri. İsmi de Müslüman İspanya’ya atfen kullanılan bir kelime. Akdeniz ve Atlantik arasındaki konumuyla üç bin yıl boyunca İber Yarımadası’nın kültürel ve ekonomik merkezi, İspanya’daki 800 yıllık Arap egemenliğinin ise beşiği oldu bu bölge. Arap kültürü mimariden İspanyolca’ya birçok alanda etkiledi İspanya’yı. Bugün İspanyolca’da Arapça’dan gelen ve özellikle yapıların isimlerinde kullanılan birçok kelime var. Örneğin alkazar, kasırdan geliyor ve saray anlamında kullanılıyor. Alkala kale demek, mezquita ise mescit ve cami.
Endülüs’te 8 şehir bulunuyor; bunların başkenti de Sevilla… Flamenko’yu ruhunda taşıyan, Cervantes’e Don Kişot için, Bizet’e Carmen için, Rossini’ye Sevilla Berberi, Mozart’a Don Giovanni için, Beethoven’a Fidelio için ilham vermiş olan, Amerika’nın keşif seferlerinde limanından üç gemi uğurlayan Sevilla…
Guadalquivir Nehri kıyısına kurulu şehir; Arapça’da Izvilla, İspanyolca’da iki “l” harfi yanyana gelince “y” olarak okunduğu için “Seviya” olarak anılıyor. Emeviler’in Arap mimarisinden kente armağan ettiği çok çarpıcı izler bulunuyor. Bunlardan biri, bugün Katedral olan ve 12. yy’da inşa edilmiş cami. Depremde yıkılan yapının yerine 1506’da yenisi yapılmış ve bitirildiği yıl, Avrupa en büyük katedraline sahip olmuş. Portakal ağaçlarıyla süslü avlusu ve minareden bozma kulesi Müslümanlardan miras. Katedralin 98 metre yükseklikteki La Giralda denilen bu kulesi ve tepesinde inancı simgeleyen, aynı zamanda şehrin de sembolü haline gelmiş rüzgar gülü de oldukça dikkat çekici. Gotik binanın 1400 heykelden oluşan ve 100 yılda bitirilen altar kısmı görülmeye değer. Kristof Kolomb’un anıt mezarı da burada bulunuyor.
Katedral’in önünde bekleyen faytonlardan birine binip harika bir şehir turu ile görülmesi gereken her yeri görebilirsiniz.
Sevilla’nın konumu, tarih boyunca askeri ve ticari açıdan çok önem taşımış. Çünkü okyanusla bağlantısı olan ama Guadalquivir Nehri sayesinde okyanustan 100 km uzakta olan bu şehir, 16. ve 17. yy’da Avrupa’nın en önemli limanı olmuş. Amerika’nın keşfinden sonra da ‘yeni dünya’dan getirilen ürünler çeşitli noktalara buradan dağıtılmış.. Nehrin adında da Arapça’dan izler var; ‘kebir’den gelen Guadalquivir, ‘geniş’ demek. Buraya gittiğinizde, Kral Juan Carlos’un adını taşıyan sahil yolundan yürüyebilir ve ünlü mimar Calatrava’nın yaptığı ve mimari olarak göz dolduran köprüyü görebilirsiniz.
Ayrıca nehrin üzerindeki Altın Kule sömürgelerden getirilen değerli madenlerin, özellikle de altının muhafazası için kullanılmış. Kulenin adıyla ilgili diğer bir rivayet de duvarlarındaki altın renkli seramikler. Burası şu anda denizcilik müzesi olarak kullanılıyor.
Suyun öteki tarafındaki Triana (Betis) ise tapas barları ve restoranlarıyla ünlü. Buradan lezzetli tapaslar ve şarap eşliğinde katedrali, boğa güreşi arenasını ve opera binasını seyredebilirsiniz… Avrupalı ama yüzü Doğu’ya dönük Sevilla, dar sokakları, portakal ağaçları, rengarenk evleri, flamenkosu, tapas barları, geçmişten taşıdığı Doğulu hüznü ve coşkusu ile güzelliğini birçok ayrıntıda keşfedeceğiniz bir eşsiz şehir.