Amerika kıtasında bir Avrupalı

downtown1

Çoğu zaman ‘Amerika kıtasında bir Avrupalı’ ya da ‘Kanada’nın Avrupası’ olarak tanımlanan Montréal, dünyanın en gözde kültür-sanat kentlerinden biri. Şehrin Avrupalı bir tarafı olduğu doğru ama Montréal kendine özgü birçok özelliği ile aslında hiçbir yere benzemiyor.

Quebec eyaletinin en büyük, Kanada’nın ise ikinci büyük kenti Montréal, Paris’ten sonra Fransızca konuşan en büyük şehir. Burası iki dil konuşan bir kent. İkinci dil ise İngilizce. Ontario bölgesine, mesela başkent Ottowa’ya giderseniz dil konusundaki sıralama değişiyor. Bana sorarsanız Montréal’i beş ayrı konseptte gezmek mümkün… Tarihi doku için Vieux-Montréal (Eski Montréal); kültür-sanat, şehir yaşamı için Downtown; doğayla iç içe olmak için Mount Royal’in de dahil olduğu eşsiz parklar ve kışın gittiyseniz soğuktan korunmak için yeraltı dünyası. Evet yeraltında ayrı bir dünya var Montréal’de ama yasadışı değil tabi ki… Soğuk kış günlerinde kentin yerin altına çekildiği, metro ile tüm alışveriş merkezlerine ulaşılabilen bir alandan söz ediyorum. Burası öyle bir dünya ki hiç dışarıya çıkmadan alışveriş yapabilir, yemek yiyebilir, eğlenebilir, 32 km uzunluğundaki pasajlarda gezebilir, otelinize buradan giriş yapabilir, sinemaya-tiyatroya gidebilir, hatta kilise bile ziyaret edebilirsiniz.

vieux1

Vieux-Montréal (Eski Montréal) ise 18. yüzyıldan kalma 2-3 katlı tuğla evleri ile size en çok Avrupa hissi veren bölge. Dar sokaklarında yan yana dizilmiş galeriler, antikacılar, Fortin’in Quebec manzaralarını resmettiği eserleri ve çağdaşlarının pek çok eserini görebileceğiniz Musée Marc-Aurèle Fortin veya Basilique Notre Dame gibi yerler burayı son derece cazip kılıyor. Downtow ise ilk bakışta gökdelenlerin yükseldiği, sadece ticari öneme sahip bir bölge gibi görünse de birçok etkinliğe ve sanatçıya ev sahipliği yaptığı için ayrıca önemli bir kent alanı. Burada çok sayıda müze ve kültür merkezi bulunuyor.

6474B

Montréal’deki St. Laurent Caddesi, kentin Katolik ve Fransızca konuşan doğu yakası ile Protestan ve İngilizce konuşan batı yakasını ayıran bir cadde. Burada cafeler, barlar, restoranlar, şık butikler ve şarküteriler bulunuyor. Diğer bir önemli cadde St. Denis’de ise 1800’lü yıllardan kalma dik çatılı, iki ya da üç katlı evler çoğunlukta. Burası aynı zamanda Montréal’in kültür merkezlerinden biri.

St. Laurent

Montréal diğer yandan bir öğrenci şehri. Ünlü McGill Üniversitesi’nin kampüslerini, kütüphanelerini kentin dört bir yanında görmek mümkün. Bunlardan biri de yapımı yeni tamamlanmış olan Müzik Bölümü. Toplam 4 üniversiteli şehirde yaklaşık 125.00 öğrenci okuyor. Hal böyle olunca Amsterdam’daki kadar olmasa bile burada da bisiklet kullanımı oldukça yaygınlaşmış. Montréal’de toplam 660 km uzunluğunda bisiklet yolu bulunuyor.

mcgill_schulich_school_music_sp040209_mc_1

Yazımın başında Montréal’i gezmek için dört konsept önermiştim. Buna beşinciyi eklemek gerekirse o da modern mimari turu olur. Şehirde böyle bir gezi yapmak isteyenlere fikir verebilecek ve mutlaka görülmesi gereken çok önemli yapılar bulunuyor.

Montréal Olimpiyat Stadyumu: 1976 olimpiyatları için Roger Taillibert tarafından tasarlandı ve dünyanın en pahalı stadyumlarından biri olarak biliniyor. 66308 seyirci kapasiteli yapı 770 milyon dolara malolmuş. Yukarıya doğru yükselen kuyruk 175 metre uzunluğunda.

Palais des Congres: Bu rengarenk kongre merkezi, Hal Ingberg Mimarlık tarafından 2003’te tamamlanmış. Eski Montréal ile modern kent arasında kalan boşluğu dolduran, bu iki konsept arasında köprü olan bir yapı olarak değerlendirilen merkez, 240.000 dolara malolmuş.

Habitat 67: Küçük bir tepenin yamaçlarına kurulmuş gecekondular gibi aşağıdan yukarıya doğru daralan son derece organik görünümlü ama prekast olarak inşa edilmiş bir yapılar bütünü. İsrailli Mimar Moshe Safdie, 67 EXPO’sunda yapmış olduğu Habitat 67’de İtalyan dağ kasabalarının yerleşiminden etkilenmiş.

Güzel Sanatlar Müzesi: Kanada sanatının yeni sergi alanı olarak tanıtılan Montréal Güzel Sanatlar Müzesi’ne eklenen altı katlı bina sayesinde burada 600 adet iş sergilenebiliyor. Provencher Roy ve Associés Mimarlık tarafından tasarlanan müzeye ait bu yeni bölüm Eylül 2011’de açıldı. 2010’da 150. yıldönümünü kutlayan ve aynı yıl devlet desteği ile genişletilen müzenin bu seferki finansörü Claire and Marc Bourgie ailesi oldu. Tarihsel doku ile uyuma özen gösterilen projede 450 kişi kapasiteli bir konser salonu da olacak.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.