Pek çok hatırı sayılır gazete ve dergi belli aralıklarla “dünyanın en yaşanabilir şehri, yaşamak için en ideal kentler” gibi araştırmalar yayınlıyor. Bu araştırmalar, o şehirlerde yaşayan yabancılar arasında ve sosyoekonomik özelliklerine göre ayrıştırılan çeşitli topluluklar arasında anketler düzenlenerek yapılıyor.
Bazı şehirler neredeyse her anket sonucunda ilk sıralarda kendine yer bulur. Bize göre uzak kıta Avustralya’nın Melbourne şehri de bunlardan biri. Bu kent yaşamak için ideal olmasının ötesinde görmeye alışık olduğumuz şehirlerin özelliklerinin dışında bazı özellikler taşıyor. Lakabı “The Wonderful Melbourne-Şahane Melbourne” olan bu kent, bir şehrin yaşamak için ideal olmasını gerektiren suç oranının neredeyse hiç olmaması, toplu ulaşım araçlarının hiç sorunsuz ve herkese yetecek düzende çalışması, belediyecilik hizmetinin üst düzeylerde olması, şehir planlamanın doğa ile uyum içinde olması gibi özellikleri hali hazırda taşıyor. Ancak onu biraz daha öteye taşıyan bir iki özelliği daha var: Yapılan araştırmalara göre insanlar bu şehre gerçek anlamda gönülden bağlı. Melbourne, dünyanın en önemli iş ve kültür dergilerinden Monocle’un yaptığı bir araştırmaya göre “sevilebilirlik potansiyeli” olan şehirlerden. Ayrıca 24 saat canlılık özelliğiyle de farkını ortaya koyuyor.
Melbourne ülkemizdeki şehirleri, özellikle de İstanbul’u düşünecek olursak oldukça yeni. Kuruluş tarihi 1835. Ancak kuruluşundan bu yana her zaman bir şekilde gözde olmayı başarmış ve “dünyanın en yaşanabilir şehirleri” listelerinde her zaman yerini korumuş.
Bu uzak şehir sadece yaşamak için değil, gezip görmek için de çok özel. Melbourne’a“masalsı” demek çok da abartılı olmaz. Hem çok uzaklarda olması nedeniyle hem de bizim görmeye pek alışık olmadığımız güzellikler nedeniyle… Örneğin şehrin içinden Yarra isimli bir nehir geçiyor. Bu nehirde kano ile gezintiye çıkanlar, vapurlar, hemen yamacındaki parklar şehrin güzelliğine güzellik katıyor. Ayrıca yine şehir içindeki göz alıcı bahçeler, plajların yanı sıra moda, sanat, sergi etkinlikleri, 1912’den beri çok büyük ilgi gören Melbourne Lunaparkı da bir masal şehrinde olduğunuz hissi uyandırıyor. Bu şehri gezmek için yapılması gereken en güzel şey tramvaydan yararlanmak. Kent merkezinde bir geziye çıkmak isterseniz öncelikle Güney Yarımküre’nin en yüksek binası olarak bilinen 300 m uzunluğundaki Eureka’ya çıkarak önce şehri şöyle bir kuşbakışı izleyebilirsiniz. Ardından Albert Caddesi’ndeki, Avustralya’nın en büyük katedrali olan St. Patric’i görmeye gidebilirsiniz. 1872’den bugüne hizmet veren ve yapıldığı yıl Avustralya’nın en büyük binası olan Royal Exhibition’da sergilenen sanat eserlerine de mutlaka zaman ayırmak gerek. Sergi binasının hemen yakınında ise Carlton Bahçeleri yer alıyor. Burada huzurlu bir mola sonrası Victoria Kütüphanesi ve St. Paul Katedrali’ne kısa ziyaretin ardından Flinders Caddesi İstasyonu da görmeye değer. Bir şehrin havasını koklamanın en iyi yollarından biri pazarını ziyaret etmektir. Burada da Victoria Market adlı pazarda sebze, meyve, şarküteri ürünleri ve otantik yemekleri keşfetmek mümkün. Görülmesi gereken bir diğer müze ise Melbourne Müzesi. Burada müze ziyaretinin yanı sıra üç boyutlu Imax sinemayı da deneyimlemek iyi bir fikir. Şehir turunuzun ardından yorgunluk atmak içinse Federation Meydanı’ndan kafe ve barlar sizi bekliyor. Bu arada bir okyanus kıtasında olduğunuzu unutmayın ve Aquarium’a gidip mutlaka okyanus dünyasıyla tanışın.
Temiz, doğayla iç içe, modern, sorunsuz, yaşamak için ideal olarak tarif edilen Melbourne, Güney Yarımküreye bir seyahat düzenlemeyi planlayanlar için gözden kaçırılmaması gereken bir şehir.